18 Aralık 2009 Cuma

6 Günde Yaratılış

Bugün birçok araştırmaya konu olan noktalardan biri, içinde yaşadığımız evrenin kaç yaşında olduğudur. Bu konuyla ilgili en ilgi uyandıran ve konuya ışık tutan bilgi ise Yüce Allahın 1400 yıl önce indirdiği Kuranda verilmiştir. Günümüzde bilim dünyasında yapılan araştırmaların sonuçlarının Kuranda Rabbimizin altı günde yaratılış ile ilgili verdiği bilgilerle gösterdiği paralellik, Kuran mucizelerinden biri daha teyit etmektedir. Modern bilim ile Kuran arasındaki uyumun bir örneği, evrenin yaşı konusudur: Kozmologlar evrenin yaşını 16-17 milyar yıl olarak hesaplamışlardır. Kuran'da ise tüm evrenin 6 günde yaratıldığı açıklanmaktadır. İlk bakışta farklı gibi görünen bu zaman dilimleri arasında aslında çok şaşırtıcı bir uyum vardır. Gerçekte, evrenin yaşı ile ilgili elimizde bulunan bu iki rakamın her ikisi de doğrudur. Yani evren, Kuran'da bildirildiği gibi 6 günde yaratılmıştır ve bu süre bizim zamanı algıladığımız şekliyle 16-17 milyar yıla karşılık gelmektedir. 1915 yılında Einstein, zamanın göreceli olduğunu, mekana, seyahat eden kişinin süratine ve o andaki yerçekimi kuvvetine bağlı olarak akış katsayısının da değiştiğini öne sürmüştür. Kuran'da 7 farklı ayette bildirilen evrenin yaratılış süresinin, zamanın akış katsayısındaki bu farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda bilim adamlarının tahminleri ile büyük bir paralellik içinde olduğu görülür. Kuran'da bildirilen 6 günlük süreyi, 6 devre olarak da düşünebiliriz. Çünkü zamanın göreceliği dikkate alındığında, "gün" sadece bugünkü koşullarıyla, Dünya üzerinde algılanan 24 saatlik bir zaman dilimini ifade etmektedir. Ancak evrenin bir başka yerinde, bir başka zamanda ve koşulda, "gün" çok daha uzun sürelik bir zaman dilimidir. Nitekim bu ayetlerde (Secde Suresi, 4; Yunus Suresi, 3; Hud Suresi, 7; Furkan Suresi, 59; Hadid Suresi, 4; Kaf Suresi, 38; Araf Suresi, 54) geçen 6 gün (sitteti eyyamin) ifadesindeki "eyyamin" kelimesi, "günler" anlamının yanı sıra "çağ, devir, an, müddet" anlamlarına da gelmektedir. Evrenin ilk dönemlerinde, zaman bugün alışık olduğumuz akış hızından çok çok daha hızlı akmıştır. Bunun nedeni şudur: Big Bang anında evren çok küçük bir noktaya sıkıştırılmıştı. Bu büyük patlama anından bu yana evrenin genişlemesi ve evrenin hacminin gerilmesi, evrenin sınırlarını milyarlarca ışık yılı uzağa taşıdı. Nitekim Big Bang'den bu yana uzayın geriliyor olmasının evren saatinin üzerinde çok önemli sonuçları oldu. Big Bang anındaki enerji evrensel saatin zaman akış hızını milyon kere milyon (1012) defa yavaşlatılmıştır. Evren yaratıldığında, evrensel zamanın akış katsayısı, -bugün algılandığı şekliyle-, milyon kere milyon kat kadar daha büyüktü yani zaman daha hızlı akmaktaydı. Yani biz Dünya'da milyon kere milyon dakikayı yaşadığımız esnada, evrensel saat için yalnızca bir dakika geçmiş olur. 6 günlük zaman dilimi, zamanın göreceliği dikkate alınarak hesaplandığında, 6 milyon kere milyon (trilyon) gelmektedir. Çünkü evrensel saat, Dünya'daki saatin akış hızından milyon kere milyon daha hızlı akmaktadır. 6 trilyon günün karşılık geldiği yıl sayısı, yaklaşık olarak 16,427 milyardır. Bu rakam günümüzde evrenin tahmin edilen yaş aralığındadır. 6.000.000.000.000 gün / 365,25 = 16.427.104.723 milyar Diğer yandan yaratılışın 6 gününün her biri -bizim zaman algımızla- birbirlerinden farklı zamanlara karşılık gelmektedir. Bunun sebebi zamanın akış katsayısının evrenin genişlemesiyle ters orantılı olarak azalmasıdır. Big Bang'den itibaren evrenin büyüklüğü her ikiye katlandığında, zamanın akış katsayısı yarıya düşmüştür. Evren büyüdükçe, evrenin ikiye katlanma hızı da gittikçe artan bir şekilde yavaşladı. Bu genişleme oranı, Fiziksel Kozmolojinin Temelleri adlı ders kitaplarında anlatılan, dünyanın her yerinde yaygın olarak bilinen bilimsel bir gerçektir. Yaratılışın her gününü, Dünya zamanıyla hesapladığımızda karşımıza aşağıdaki durum çıkar: Zamanın başladığı andan itibaren bakıldığında, yaratılışın 1. günü (1. devre) 24 saat sürmüştür. Ancak bu süre, bizim zamanı Dünya'da algıladığımız şekliyle 8 milyar yıla eşittir. Yaratılışın 2. günü (2. devre) 24 saat sürmüştür. Ancak bu, bizim algılarımızla bir önceki günün yarısı kadar sürmüştür. Yani 4 milyar yıl. 3. gün (3. devre) ise yine bir önceki gün olan 2. günün yarısı kadar sürmüştür. Yani 2 milyar yıl. 4. gün (4. devre) 1 milyar yıl, 5. gün (5. devre) 500 milyon yıl, ve 6. gün (6. devre) 250 milyon yıl sürmüştür. Sonuç: Yaratılışın 6 günü, yani 6 devresi, Dünya zamanı türünden toplandığı zaman, 15 milyar 750 milyon yıl bulunur. Bu rakam günümüzdeki tahminlerle büyük bir paralellik içindedir. Bu sonuç 21. yüzyıl biliminin ortaya koyduğu gerçeklerdir. Bilim, 1400 yıl önce Kuran'da haber verilmiş bir gerçeği bir kere daha tasdik etmektedir. Kuran ve bilim arasındaki bu uyum, Kuran'ın, herşeyi bilen ve yaratan Allah'ın vahyi olduğunun mucizevi kanıtlarından biridir. Yüce Rabbimiz, altı günde yaratılış gerçeğini ayetinde şöyle bildirmiştir: Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan; sonra arşa istiva eden Allah’tır... (Araf Suresi, 54)

16 Kasım 2009 Pazartesi

Zürafa Niçin Beyin Kanaması Geçirmez?

Zürafanın başından kalbine kadar giden bölümde; yukarı çıkan ve aşağı inen damarların oluşturduğu bir U sistemi bulunur. Ters yönde akan kan damarları toplam basıncı sıfırlar, böylece canlı, ani kanamalara neden olacak iç basınçtan kurtulmuş olur.Kalpten aşağı seviyede kalan bacak ve ayakların da özel bir korumaya ihtiyacı vardır. Zürafanın bacak ve ayaklarını saran derinin son derece kalın olması onu kan basıncının kötü etkilerinden korur. Ayrıca damarların içinde, şiddetli kan akışını dengeleyerek basıncı kontrol altına alan kapakçıklar da bulunur.Asıl büyük tehlike ise, hayvan su içmek için başını yere kadar indirdiğinde ortaya çıkar. Normalde beyin kanamasına sebep olacak kadar şiddetli olan kan basıncı, bu durumda daha çok artar. Ama bu tehlikeye karşı kusursuz bir önlem alınmıştır. Vücutta salgılanan "sefaloraşidien" adlı sıvı devreye girer ve kalp hacmini küçülterek pompalanan kanı azaltır.Öte yandan, hayvanın boynunda, başını aşağı eğdiğinde devreye giren özel kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar kanın akışını büyük ölçüde azaltır ve böylece zürafa güven içinde su içip tekrar başını yukarı kaldırabilir. Zürafanın kat kat olan damarlarının kalın olması da, yine bu yüksek basınç tehlikesine karşı alınmış bir tedbirdir.Zürafaların Başı Neden Dönmez?Zürafalar, başlarını aşağıdan yukarı kaldırmak için çok fazla zaman harcarlar ve bu yüzden kanın beyne gitmesi için vücutlarında kusursuz bir sistemin olması gereklidir. Bu sistem, çok güçlü bir pompa biçiminde çalışan kalp ve insandakinin iki katından daha fazla olan kan basıncından oluşur. İşte böylelikle zürafalar, bayılma nöbetlerinden korunmuş olurlar.Nitekim zürafa başını kaldırdığında, baştaki kan damarları neredeyse bütün kanı yanaklarına, dillerine ya da deri gibi başın diğer bölümlerine aktarmaz; sadece beyne akması için yönlendirir. Aynı zamanda, hayvanın kalın derisi ve şahdamarındaki olağandışı bir kas -ki damarların genellikle kasları olmaz- kanı baştan kalbe geri taşıyan damara baskı yapar. İşte zürafa, insanlarınkinden çok daha iyi bir bayılmayı engelleyen mekanizmaya sahip olarak yaratıldığı için bayılmaz.Zürafanın, ilk doğduğu anda, tüm vücuduna göre kalp ve dolaşım sistemi tasarlaması ve olabilecek tehlikelere karşı önlem alması mümkün değildir.Musevva olan Allah, diğer canlılar gibi zürafayı da tüm ihtiyaçlarına göre şekilleyip düzenlemiştir.

10 Kasım 2009 Salı

Allah'ın Bir Sinekte Yarattığı Mükemmel Detay: Petek Gözler

8.000 parçası bulunan bir yap-bozu saniyeler içerisinde eksiksizce birleştirebilir miydiniz? Birleştirseniz bile bu yap-boz birkaç milimetrelik bir alana sığabilir miydi? Zeka ve şuur sahibi bir insan için bile bunu yapabilmek söz konusu değilken, küçük bir canlı olan sinek gözlerini her kullandığında bu mucizeyi nasıl gerçekleştirir? Sinek, saniyede 500 kere çırptığı kanatları ve müthiş uçma yeteneği ile bir yaratılış harikasıdır. Onu önemli kılan bir diğer özelliği ise, müthiş komplekslikte binlerce merceği olan gözleridir. Bir sinek, başının sağ ve sol taraflarında 4000'er ayrı bölme bulunan, toplam 8000 bölmeli petek gözlere sahiptir. Bu 8000 bölmenin her birinde, görüntüyü farklı açılardan gören birer mercek vardır. Sinek bir çiçeğe baktığında çiçeğin tüm görüntüsü, sineğin sahip olduğu 8000 ayrı mercekte ayrı ayrı belirir. Sineğin beynine ulaşan bu farklı görüntüler, bir yap-boz oyunundaki parçaların birleşmesi gibi birleşirler. Bu binlerce farklı parçanın birleşmesi sonucunda ise sinek için anlamlı bir çiçek görüntüsü oluşur. (How Come? Planet Earth, Kathy Wollard, Workman Publishing, New York, 1999, sf. 116). Sinek son derece küçük bir canlıdır. Gözlerinde binlerce mercek bulunması, gördüklerini anlamlı hale getirecek bir beyin sistemine sahip olması olağanüstü bir durumdur. Bizler ancak bu canlıyı incelediğimizde bu bilgiye sahip oluruz. Oysa yeryüzündeki tüm sinekler, yaratıldıkları ilk andan itibaren bu mükemmel yapıya sahiptirler. Çünkü onlar da, yeryüzündeki canlıların tümü gibi, Allah'ın yarattığı birer mucizedirler; araştırıp inceledikçe insanı hayrete düşüren eşsiz yaratılış harikalarıdırlar. Sadece birkaç milimetrelik bir alan içine 8000 tane mercek yerleştirebilecek ve bunların her birine görme yeteneği verebilecek bilgi ve teknoloji günümüzde mevcut değildir. Bunların ışığı algılamasını sağlayacak ve bu algıyı mükemmel bir şekilde görülür hale getirecek bir sinir sistemini oluşturmak ise imkansızdır. Sahip olduğu üstün bilgi ve tecrübeye rağmen insanın bir benzerini meydana getiremediği bu mükemmel yapının tesadüflerle ortaya çıktığı iddiasının bir inandırıcılığı olabilir mi? Elbette böyle bir şey mümkün olamaz. Bir sinek, saniyede 500 kez çırptığı kanatları ve sahip olduğu 8000 ayrı mercekten oluşan muhteşem petek gözleri ile Allah'ın var ettiği kusursuz bir yaratılış harikasıdır. Tesadüfler, bu canlının sahip olduğu 8000 mercekten sadece bir tanesini, hatta bu mercekleri oluşturan sayısız hücrenin tek bir proteinini bile oluşturamazlar. Her varlığı mükemmel detaylarla yaratan, küçücük bir sinekte olağanüstü bir donanım var eden ve insanlara bunları anlayıp düşünmeleri için akıl ve vicdan veren, varlıkların tümünü her an gören ve her an gözeten Yüce Allah'tır. Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)

4 Kasım 2009 Çarşamba

Akustik Uzmanı Kurbağalar

Borneo adasında yaşayan bir kurbağa türünün erkek üyeleri seslerini uzaklardaki dişilere duyurabilmek için ağaç kovuklarındaki rezonanstan yararlanıyorlar. Fizik kanunlarını bilircesine hassas ayarlamalar yapan kurbağalar akıllı davranışlar ortaya koyuyorlar. Boyu 2 santimi geçmeyen ağaçkovuğu kurbağası sesini 50 metre uzaklığa duyulabiliyor (1). Bu minik canlının nasıl olup da böyle güçlü bir ses çıkarabildiğini merak eden bilim adamları kurbağaları 6 ay boyunca araştırdılar. Metaphrynella sundana türüne ait bu canlıların fizik kanunlarından etkin şekilde yararlandığı ortaya çıktı. İsviçre’deki Lund Üniversitesi’nde bir hayvan ekolojisti olan Lardner, bu araştırmayı Malezya’nın Sabah kentindeki Sabah Parkları Araştırma ve Eğitim Bölümü’nden Maklarin bin Lakim ile birlikte gerçekleştirdi. İki bilim adamının kurbağaları araştırmada kullandıkları yer ise Borneo’daki Kinabalo Ulusal Parkı. Bilim adamlarının bu araştırması Nature dergisinde yayımlandı (2). Çiftleşme dönemi geldiğinde erkek kurbağalar kendilerine uygun birer ağaç kovuğu aramaya koyuluyorlar. Bir kovuk edinen kurbağa, hemen içinde bulunduğu ortamın ses iletme özelliğini test etmeye başlıyor. Kendi çıkardığı sesleri ortamda yankılandıktan sonra dinliyor. Farklı farklı sesler çıkararak yaptığı ince ayarlardan sonra, belli bir ses frekansı belirliyor. Bu frekanstaki ses dalgaları ağacın titreşim frekansına eşit olduğundan rezonans ortaya çıkıyor. Rezonans sayesinde kurbağanın sesi kat kat daha yüksek oluyor. Kurbağanın bu davranışı bilim adamları için bir ilki oluşturuyor. Araştırmacılardan Björn Lardner, “Bildiğimiz kadarıyla bu araştırma, bir hayvanın rezonans elde etmek için sesindeki perdeleri ayarlayabildiğinin ilk kanıtını oluşturuyor. Bu davranış oldukça kompleks” yorumunu yapıyor (3). Bir kurbağanın farklı kovuklar içinde performansını karşılaştıran araştırmacılar şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Sağladığı rezonansı en verimli şekilde kullanmak isteyen kurbağa normalin çok üstünde bir enerji ortaya koyuyor. Araştırmacılar çınlayan bir ses yakalayan kurbağanın kendi orjinal sesinde 10 ila 15 desibellik bir artış yakaladığını hesapladılar. Sesin yayılmasıyla ilgili fizik kanunlarına göre, bir sesin kaynağına olan uzaklık iki misline çıkarıldığı zaman 6 desibellik bir düşüş görülüyor. Bu yüzden rezonans sayesinde elde edilen sesin önemli miktarda olduğunu belirtiyor Lardner. Bilim adamları kurbağanın farklı kovuklarda sesini nasıl değiştirdiğini anlamak için kovukları taklit eden plastik borular kullandılar. Su doldurdukları bu borulara, onları istedikleri zaman boşaltabilecek bir drenaj sistemi ilave ettiler. Bu boruların içine yerleştirdikleri bir kurbağanın sesini kaydedip değişiklikleri izlediler. Bir borudaki suyu 28 dakika boyunca kontrollü olarak boşalttılar. Borudaki kurbağanın, hacimle birlikte değişen rezonans frekansını yakalayabilmek için kendi sesinde 250 hertze varan ayarlamalar yaptığını ortaya çıkardılar. Kendileri birer bilim adamı olan araştırmacılar bu kurbağanın fizik kurallarını etkili şekilde kullandığını belirtiyorlar. Kurbağanın doğru frekansı tutturabilmesi için dalga boyundaki en ufak değişiklikleri algılayacak bir işitme sistemi olması gerekiyor. Böyle hassas bir işitme sistemi, geniş bir frekans yelpazesinde ses çıkarabilen ayrı bir sistemle birleşiyor. Tüm bunlar özel bir sinir sistemi sayesinde mümkün oluyor. Peki ama bu minik canlı sesini uzaklara duyurmak için, böyle bir davranışı kendi akıl etmiş olabilir mi? Sonra buna uygun sinir sistemini, organları kendi bedeninde yaratmış olabilir mi? Elbette hayır. Kurbağa’daki bu akıllı davranış kendisine Allah’ın ilham ettiği bir davranıştır. Allah yeryüzündeki tüm canlıların Yaratıcısıdır. Bir Kuran ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir” (Haşr Suresi, 24)

2 Kasım 2009 Pazartesi

Ağaçlardaki Mühendislik Harikası

Ağaçlar ihtiyaçları olan suyu kökleri aracılığı ile topraktan alırlar. Metrelerce uzunluktaki ağaçların en uç dallarındaki yapraklara kadar suyun nasıl ulaştığını, o yüksekliğe hiçbir pompa veya hidrofor sistemi olmadan nasıl çıktığını hiç düşünmüş müydünüz?

Suyun En Uçtaki Yaprağa Taşınması

Ağaçlar ihtiyaçları olan suyu topraktan alarak en uçtaki yapraklarına kadar dışardan hiçbir müdahale olmadan büyük bir başarı ile taşırlar. Bu mükemmel işlemin gerçekleşmesi için ağaçta çok detaylı bir sistem bulunmaktadır. Ağacın köklerinden gövdesine ve dallarına doğru uzanan ve "odunsu doku" olarak adlandırılan ince borulardan oluşan bir sistem, suyu taşır. Ancak suyun, ağaç içine yerleştirilen bu su borularından bir şekilde yukarıya doğru çekilmesi gerekmektedir. Bu işlem ise, fizik kurallarının kusursuz uyumu sayesinde gerçekleşir.

Her yaprakta karbondioksitin girip suyun buharlaştığı küçük gözenekler bulunur. Su molekülleri yapıları gereği birbirlerine yapışmaya eğilimlidirler ve su yapraktan buharlaşırken, yapraktaki su altta kalan suyu "çeker". Bu şekilde topraktan ağacın dallarına kadar uzanan bir "yukarıya doğru çekme hareketi" oluşur. Su yaprağa ve sonra havaya doğru hareket ettikçe, odunsu dokuda bir gerilim meydana gelerek köklerden daha fazla su çekilir.

Suyun Taşınmasındaki Mucizevi Sistemler

Tek bir gözenek, ağacın içinde bulunan suya sadece çok az bir çekme kuvveti uygulayabilir. Ancak ağacın tüm yapraklarının üzerinde bulunan çok sayıda gözenek bir araya geldiğinde, büyük bir ağaçta bir gün içinde 400 litreden fazla su çekebilecek bir güç oluştururlar. Bu tasarımın en muhteşem özelliklerinden biri ise, ağacın bu hidrolik taşıma sisteminin çalışması için bir çaba harcamamasıdır. Daha kuru olan hava, suyu ağaçtan daha güçlü bir biçimde dışarı çeker. Buharlaşma suyu yukarıya doğru çekerken, su moleküllerinin birbirlerini çekmeleri nedeniyle biraz direnç meydana gelir ve su lastik bir bant gibi esner. Bu işlemin sonucunda su kolonunda bir boşluk oluşur ve bir hava kabarcığı şeklini alır. Hava kabarcığının oluşturduğu boşluk giderilmeden, ağaç köklerinden yukarıya su çekilemez.

Buna karşın, ağaçlar su kolonlarının bu tür hareket etmesini önleyecek bir uyuma sahiptirler. Suyun gözenekleri terk ederken oluşturduğu gerilim belirli bir seviyeyi aşarsa, bazı yaprakların üzerinde bulunan delikler hemen kapanırlar ve buharlaşmanın çekim etkisini azaltırlar. Böylece hava kabarcığı oluşması engellenir ve dolayısıyla ağacın dallarının ve yapraklarının susuz kalması ve ağacın ölmesinin önüne geçilmiş olur.

Bu Karmaşık Sistem Tesadüfen Oluşamaz

Her gün defalarca önlerinden geçip gittiğimiz ağaçlarda böylesine mükemmel bir sistem yer almaktadır. Dahası, burada anlatılanlar, ağaçların sahip olduğu kusursuz tasarımın sadece küçük bir parçasıdır. Sadece suyun ağacın her noktasına ulaşması için, ağaçların yapısında fizik kuralları ve mühendislik bilgileri bir arada kullanılmış ve kusursuz bir denge ve tasarım oluşmuştur.

Evrimciler, tüm bu kusursuzluğun tesadüfen geliştiğini iddia ederler. Evrimcilere göre tesadüfler önce su moleküllerinin birbirini çekmesi, buharlaşma, gerilim vs. gibi fizik kurallarını ağaçlarda kullanmışlardır. Sonra bir mühendis gibi düşünmüşler ve ağaçların içine su borularını döşeyerek, böyle mühendislik harikası bir sistem meydana getirmişlerdir.

Elbette ki bu açıklama tamamen bir kandırmacadan ibarettir. Yeryüzünde var olan binlerce tür bitkideki karmaşık sistemlerin yaratıcısı göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan herşeyin Rabbi olan Yüce Allah'tır. Ağaçlardaki bu mükemmel sistem, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'ın varlığının ve büyüklüğünün sonsuz sayıdaki delillerinden yalnızca biridir. (Harun Yahya, Tohum Mucizesi)

Yapraklar Sonbaharda Neden Dökülür?

Sonbahar yaklaşıp günler kısalmaya başladığında, yaprak hücreleri sonbaharın gelmek üzere olduğunu anlar. Bunun üzerine ilk olarak yaprağın büyüme hormonu, üreme oranını düşürmeye başlar. Bu işlemin ardından, yaprak sapının dala bağlandığı noktada yeni hücreler ürer. Bu hücreler, sanki biri kendilerine ne yapmaları gerektiğini bildirmiş gibi bu bağlantı noktasının üzerinde mantardan bir yatak oluştururlar. Bu noktaya "Apsis noktası" denir. Bu mantardan yatak, yaprağın dala olan bağlantısını oldukça zayıflatır.

Tam bu sırada, yaprak hücreleri bu sefer "etilen" olarak bilinen yeni bir hormon üretmeye başlarlar. Bu gaz biçimindeki hormon yaprağın dala bağlantısının zayıflatılması işlemini daha da hızlandırır. Bağlantının zayıflamasıyla yaprak en ufak bir esintide dahi daldan düşecek duruma gelir.

Hücrelerin görevi, yaprağın düşmesi ile tamamlanmaz. Bu defa hücreler, apsis noktasında, yaprağın kopmasından meydana gelen yaranın üzerini hemen bir mantar tabakası ile kaplar ve böylece yarayı tedavi ederler.

Her sonbahar yerde gördüğünüz yapraklar, burada kısaca anlatılan biyokimyasal olaylardan geçerek dökülürler.

Belki bugüne kadar varlığını hiç düşünmediğimiz bu ağaç hücreleri, ardı ardına gerçekleştirdikleri işlemlerle adeta akıl ve bilinç gösterisi yapmaktadırlar. Bir düşünelim:



  • Ağaç hücreleri, sonbaharın gelmek üzere olduğunu nasıl anlayabilmektedir?


  • Sonbaharın yaklaştığını anladığında hangi irade, akıl ve bilinçle yaprakları üzerinden atmak için hazırlık yapmaya başlamaktadır?


  • Bu hücreler, büyüme hormonu, mantar, etilen gibi kompleks kimyasal maddeleri üretmeyi, bunların formüllerini, etkilerini, faydalarını nereden bilmektedirler?


  • Aynı hücreler, ağacın yarası olduğunu nasıl fark edip, bu yaranın mantarla tedavi olacağını nasıl bilmektedirler?


  • Bunların dışında bu hücreler, aynı hormonları neden yazın veya ilkbaharda değil de, sadece sonbaharda üretmektedirler? Onlara bu emri veren, bu yolu gösteren kimdir?


Bilinç, akıl ve bilgi sahibi olmayan atomların birleşip, bu kadar kapsamlı ve organize bir olayı, yüz milyonlarca yıldır, dünyanın her köşesinde, trilyonlarca ağaçta, hiçbir zaman aksatmadan ve şaşırmadan sürdürmeleri kesinlikle imkansızdır.

Tüm ağaç hücrelerine yaptıkları işleri ilham eden, onlara emriyle istediklerini yaptırtan elbette ki sonsuz kudret, akıl ve bilgi sahibi olan Rabbimiz Allah'tır.

1 Kasım 2009 Pazar

Vücudunuzda, 20 Dakikada Bir Milyon Sayfa Bilgiyi Kopyalayan Makine

ABD'nin ünlü bilim dergilerinden New Scientist'te yayınlanan bir makalede, bir bilim adamının bir müzeyi ziyareti sırasında, 515 milyon yıldır bir kehribar içinde korunarak günümüze kadar gelmiş bir sinek fosilini inceleme fırsatı bulduğundan bahsedilmektedir. Bu bilim adamı, sineğin gözlerindeki bal peteğine benzer yapıları ve bu yapılar sayesinde, özellikle eğik gelen açılardaki ışığı çok daha iyi algıladıklarını fark etmiştir. Nitekim daha sonraları yapılan araştırmalarda bu hipotez doğrulanmıştır. Bilim adamları bugün bu bulgular sayesinde, uydularda enerji sağlamak için kullanılan güneş panellerinden çok daha fazla verim elde etme imkanı sağlamışlardır. Çünkü güneş panellerinde en çok verim, paneller ısı ve ışık dalgalarını hiç yansıtmadığında alınabilmektedir. Sineğin korneasını inceleyen bilim adamları yeni bir anti-reflektör maddenin varlığını da keşfetmişlerdir. Işığın yansımasını engelleyen bu madde, güneş panelleri için çok uygun yapıya sahiptir ve üstelik bu panelleri sürekli olarak güneşe doğru çevirmeye yarayan pahalı ekipmanların da gerekliliğini ortadan kaldırmıştır. Uzay teknolojisi bu tasarımı daha yeni keşfedip kopyalarken, sinek bu özelliğe milyonlarca yıldır sahiptir. Çok keskin, renkli görmeyi sağlayan bu benzersiz yapı, sineğin ne derece üstün bir yaratılış örneği olduğunu gösterir. Fakat bu örnekler sadece, aklını kullanabilen ve yaratılan her varlığın Allah'ın kontrolünde olduğunu anlayabilen yani iman eden insanlar için anlaşılırdır.

28 Ekim 2009 Çarşamba

KEDİ BALIĞINDAN ALINAN ÖRNEK

Kedi balığının vücudunun hidrodinamik açıdan elverişli yassı biçimi, uçak tasarımcılarına örnek olmuştur.

Yassı biçimli modeller bugün hem savaş sanayinde hem de sivil havacılıkta kullanılmaya başlanmıştır.

Örneğin Mc Donald Douglas'ın 'Orient Express' modeli, kedibalığı görünümdedir. Sesten yaklaşık 2 kat daha hızlı olan bu yeni modelin yassı biçimi, uçarken karşılaştığı hava direncinin minumum seviyede olmasını sağlamaktadır.

26 Ekim 2009 Pazartesi

GEMİ PRUVASI - YUNUS

Yunusların burun çıkıntısı, modern büyük gemilerin pruvasına model olmuştur.
Günümüzde inşa edilen büyük gemilerde "V" şeklindeki pruvalar yerine yunusların burun çıkıntısına benzer bir yapı kullanılmaktadır. Bu biçimdeki pruva su yüzeyini daha iyi yarmakta, böylece daha az enerji harcamasıyla daha süratli yol alınması sağlanmaktadır. Yunus burnu şeklindeki bu tip pruvalardan %25'e ulaşan oranda yakıt tasarrufu sağlamaktadır.
DENİZALTILAR - YUNUS
Yunusların mekik biçimindeki vücut yapıları onlara büyük bir hızda hareket yeteneği kazandırmaktadır. Ancak bilim adamları balığın bu kadar hızlı gitmesinde büyük bir rol oynayan başka bir yapı daha keşfettiler: Yunus derisi üç katmandan oluşur. Dıştaki katman ince ve çok esnektir; içteki katman kalındır ve bu katmana plastik kıllı bir fırça görünümünü sağlayan esnek kıllardan kuruludur. Katmanların üçüncüsü olan ortadaki ise süngerimsi bir maddeden yapılmıştır. Son hızla yüzen yunus balığına etki edebilecek ani bir basınç iç katmanlara iletilerek söndürülür. Alman denizaltı mühendisleri, dört yıllık bir araştırmadan sonra bu özelliğe sahip sentetik bir kaplama yapmayı başardılar. Sözkonusu kaplama iki kauçuk tabakadan olşuyor ve tabakalar arasında yunusun deri hücrelerine benzeyen kabarcıklar bulunuyordu. Bu kaplamaların kullanıldığı denizaltıların hızlarında %250 oranında bir artış görüldü.

SONAR - YUNUS
Yunuslar başlarının önündeki özel bir organdan saniyede 200.000 titreşime sahip ses dalgaları yollarlar. Bu titreşimlerin yardımıyla sadece yollarındaki engelleri hissetmekle kalmaz aynı zamanda, yankının özelliklerinden söz konusu cismin yönünü, uzaklığını, hızını, büyüklüğünü ve şeklini de ayrıntılarıyla hesaplayabilirler. Sonarın çalışma prensibi yunusların bu algısıyla aynıdır

Doğa ve Teknoloji

İnsanoğlu her geçen gün teknolojide ilerlemeler kaydetmekte, tasarım ve üretimde harikalar meydana getirmektedir. İnsan, kendisine Allah'ın verdiği yeteneklerle yeni ürünler tasarlayabilmekte ve üretebilmektedir. Bu nokta çok önemlidir; kişinin bunu bilerek hareket etmesi gerekir. Herşeyi yaratan Rabbimizin karşısında insanın gururlanmaya ya da büyüklenmeye hakkı yoktur.

Bunun böyle olduğunun bir delili de doğadır. Çevresine dikkatli bir gözle bakan her insan doğayı Allah'ın sayısız harikalarla donattığını görecektir. Bitkilerden, hayvanlara, karalardan denizlere kadar her yer ve her canlı şaşırtıcı özelliklere sahiptir. İşte teknolojiye örnek olan canlıların tanıtıldığı bu bölümün bir amacı da, insanın kendi becerisiyle ulaştığını sandığı şeylerin, doğada zaten var olduğunu göstermek ve insanın kendi kendisiyle övünmesinin ne denli büyük bir hata olacağını hatırlatmaktır.

İnsanlığın büyük bir bilgi birikimi, yıllar süren araştırmalar, uğraşılar ve teknolojik gelişmeler sonucu ürettiği bazı şeyler doğada milyonlarca yıldır bulunmaktadır. Bunu fark eden bilim adamları çok uzunca bir süredir doğayı gözlemlemekte ve buluşlarında doğadan yararlanmaktadırlar. Yine doğadaki örneklere bakarak yeni modeller geliştirmeye başlamışlardır. Kendi kullandıkları tekniklerle doğadaki mükemmel teknikler arasında çok büyük bir fark olduğunu da hayretle fark etmişlerdir. Bu da onları doğaya hakim olan üstün bir Akıl Sahibi'nin varlığına götürmüştür. Çünkü tüm bu inceliklerin tesadüflerle oluşmasının imkansızlığını görmektedirler. Bilim yoluyla kavradıkları bu üstün aklın sahibi, kuşkusuz göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'tır.

Söz gelimi, önceleri "V" biçimli yapılan gemi pruvalarına, yunuslar incelendikten sonra, "yunus burnu" adı verilen bir çıkıntı yerleştirilmiştir. Çünkü, yunusların burun tasarımlarının, suyun en mükemmel biçimde yarılması için ideal olduğu anlaşılmıştır. Elbette yunusun sadece burun yapısı değil, taşıdığı tüm özellikler kendisi için idealdir çünkü her biri "kusursuzca yaratan" (Haşr Suresi, 24) Allah'ın eseridir.

Bu bölümde, yunus örneğinde olduğu gibi doğadan taklit edilerek yapılan modellere yer verecek ve Allah'ın yaratışındaki üstünlüğe dikkat çekeceğiz. Canlılardaki her biri tasarım harikası olan bu özellikler, Allah'ın büyüklüğünü takdir etmek bakımından önemlidir. Burada yer verilen canlıların özellikleri milyonlarca yıldır yani yaratıldıkları andan beri vardır. Oysa insanoğlu bunları ancak son bir-iki yüzyıldır taklit edebilmektedir.

Allah'ın yüceliğini görebilenler için, doğada sayısız yaratılış gerçekleri sergilenmektedir. Bir ayette Allah'ın yarattıklarıyla ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:

"(Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir." (Zariyat Suresi, 8)

25 Ekim 2009 Pazar