16 Kasım 2009 Pazartesi

Zürafa Niçin Beyin Kanaması Geçirmez?

Zürafanın başından kalbine kadar giden bölümde; yukarı çıkan ve aşağı inen damarların oluşturduğu bir U sistemi bulunur. Ters yönde akan kan damarları toplam basıncı sıfırlar, böylece canlı, ani kanamalara neden olacak iç basınçtan kurtulmuş olur.Kalpten aşağı seviyede kalan bacak ve ayakların da özel bir korumaya ihtiyacı vardır. Zürafanın bacak ve ayaklarını saran derinin son derece kalın olması onu kan basıncının kötü etkilerinden korur. Ayrıca damarların içinde, şiddetli kan akışını dengeleyerek basıncı kontrol altına alan kapakçıklar da bulunur.Asıl büyük tehlike ise, hayvan su içmek için başını yere kadar indirdiğinde ortaya çıkar. Normalde beyin kanamasına sebep olacak kadar şiddetli olan kan basıncı, bu durumda daha çok artar. Ama bu tehlikeye karşı kusursuz bir önlem alınmıştır. Vücutta salgılanan "sefaloraşidien" adlı sıvı devreye girer ve kalp hacmini küçülterek pompalanan kanı azaltır.Öte yandan, hayvanın boynunda, başını aşağı eğdiğinde devreye giren özel kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar kanın akışını büyük ölçüde azaltır ve böylece zürafa güven içinde su içip tekrar başını yukarı kaldırabilir. Zürafanın kat kat olan damarlarının kalın olması da, yine bu yüksek basınç tehlikesine karşı alınmış bir tedbirdir.Zürafaların Başı Neden Dönmez?Zürafalar, başlarını aşağıdan yukarı kaldırmak için çok fazla zaman harcarlar ve bu yüzden kanın beyne gitmesi için vücutlarında kusursuz bir sistemin olması gereklidir. Bu sistem, çok güçlü bir pompa biçiminde çalışan kalp ve insandakinin iki katından daha fazla olan kan basıncından oluşur. İşte böylelikle zürafalar, bayılma nöbetlerinden korunmuş olurlar.Nitekim zürafa başını kaldırdığında, baştaki kan damarları neredeyse bütün kanı yanaklarına, dillerine ya da deri gibi başın diğer bölümlerine aktarmaz; sadece beyne akması için yönlendirir. Aynı zamanda, hayvanın kalın derisi ve şahdamarındaki olağandışı bir kas -ki damarların genellikle kasları olmaz- kanı baştan kalbe geri taşıyan damara baskı yapar. İşte zürafa, insanlarınkinden çok daha iyi bir bayılmayı engelleyen mekanizmaya sahip olarak yaratıldığı için bayılmaz.Zürafanın, ilk doğduğu anda, tüm vücuduna göre kalp ve dolaşım sistemi tasarlaması ve olabilecek tehlikelere karşı önlem alması mümkün değildir.Musevva olan Allah, diğer canlılar gibi zürafayı da tüm ihtiyaçlarına göre şekilleyip düzenlemiştir.

10 Kasım 2009 Salı

Allah'ın Bir Sinekte Yarattığı Mükemmel Detay: Petek Gözler

8.000 parçası bulunan bir yap-bozu saniyeler içerisinde eksiksizce birleştirebilir miydiniz? Birleştirseniz bile bu yap-boz birkaç milimetrelik bir alana sığabilir miydi? Zeka ve şuur sahibi bir insan için bile bunu yapabilmek söz konusu değilken, küçük bir canlı olan sinek gözlerini her kullandığında bu mucizeyi nasıl gerçekleştirir? Sinek, saniyede 500 kere çırptığı kanatları ve müthiş uçma yeteneği ile bir yaratılış harikasıdır. Onu önemli kılan bir diğer özelliği ise, müthiş komplekslikte binlerce merceği olan gözleridir. Bir sinek, başının sağ ve sol taraflarında 4000'er ayrı bölme bulunan, toplam 8000 bölmeli petek gözlere sahiptir. Bu 8000 bölmenin her birinde, görüntüyü farklı açılardan gören birer mercek vardır. Sinek bir çiçeğe baktığında çiçeğin tüm görüntüsü, sineğin sahip olduğu 8000 ayrı mercekte ayrı ayrı belirir. Sineğin beynine ulaşan bu farklı görüntüler, bir yap-boz oyunundaki parçaların birleşmesi gibi birleşirler. Bu binlerce farklı parçanın birleşmesi sonucunda ise sinek için anlamlı bir çiçek görüntüsü oluşur. (How Come? Planet Earth, Kathy Wollard, Workman Publishing, New York, 1999, sf. 116). Sinek son derece küçük bir canlıdır. Gözlerinde binlerce mercek bulunması, gördüklerini anlamlı hale getirecek bir beyin sistemine sahip olması olağanüstü bir durumdur. Bizler ancak bu canlıyı incelediğimizde bu bilgiye sahip oluruz. Oysa yeryüzündeki tüm sinekler, yaratıldıkları ilk andan itibaren bu mükemmel yapıya sahiptirler. Çünkü onlar da, yeryüzündeki canlıların tümü gibi, Allah'ın yarattığı birer mucizedirler; araştırıp inceledikçe insanı hayrete düşüren eşsiz yaratılış harikalarıdırlar. Sadece birkaç milimetrelik bir alan içine 8000 tane mercek yerleştirebilecek ve bunların her birine görme yeteneği verebilecek bilgi ve teknoloji günümüzde mevcut değildir. Bunların ışığı algılamasını sağlayacak ve bu algıyı mükemmel bir şekilde görülür hale getirecek bir sinir sistemini oluşturmak ise imkansızdır. Sahip olduğu üstün bilgi ve tecrübeye rağmen insanın bir benzerini meydana getiremediği bu mükemmel yapının tesadüflerle ortaya çıktığı iddiasının bir inandırıcılığı olabilir mi? Elbette böyle bir şey mümkün olamaz. Bir sinek, saniyede 500 kez çırptığı kanatları ve sahip olduğu 8000 ayrı mercekten oluşan muhteşem petek gözleri ile Allah'ın var ettiği kusursuz bir yaratılış harikasıdır. Tesadüfler, bu canlının sahip olduğu 8000 mercekten sadece bir tanesini, hatta bu mercekleri oluşturan sayısız hücrenin tek bir proteinini bile oluşturamazlar. Her varlığı mükemmel detaylarla yaratan, küçücük bir sinekte olağanüstü bir donanım var eden ve insanlara bunları anlayıp düşünmeleri için akıl ve vicdan veren, varlıkların tümünü her an gören ve her an gözeten Yüce Allah'tır. Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)

4 Kasım 2009 Çarşamba

Akustik Uzmanı Kurbağalar

Borneo adasında yaşayan bir kurbağa türünün erkek üyeleri seslerini uzaklardaki dişilere duyurabilmek için ağaç kovuklarındaki rezonanstan yararlanıyorlar. Fizik kanunlarını bilircesine hassas ayarlamalar yapan kurbağalar akıllı davranışlar ortaya koyuyorlar. Boyu 2 santimi geçmeyen ağaçkovuğu kurbağası sesini 50 metre uzaklığa duyulabiliyor (1). Bu minik canlının nasıl olup da böyle güçlü bir ses çıkarabildiğini merak eden bilim adamları kurbağaları 6 ay boyunca araştırdılar. Metaphrynella sundana türüne ait bu canlıların fizik kanunlarından etkin şekilde yararlandığı ortaya çıktı. İsviçre’deki Lund Üniversitesi’nde bir hayvan ekolojisti olan Lardner, bu araştırmayı Malezya’nın Sabah kentindeki Sabah Parkları Araştırma ve Eğitim Bölümü’nden Maklarin bin Lakim ile birlikte gerçekleştirdi. İki bilim adamının kurbağaları araştırmada kullandıkları yer ise Borneo’daki Kinabalo Ulusal Parkı. Bilim adamlarının bu araştırması Nature dergisinde yayımlandı (2). Çiftleşme dönemi geldiğinde erkek kurbağalar kendilerine uygun birer ağaç kovuğu aramaya koyuluyorlar. Bir kovuk edinen kurbağa, hemen içinde bulunduğu ortamın ses iletme özelliğini test etmeye başlıyor. Kendi çıkardığı sesleri ortamda yankılandıktan sonra dinliyor. Farklı farklı sesler çıkararak yaptığı ince ayarlardan sonra, belli bir ses frekansı belirliyor. Bu frekanstaki ses dalgaları ağacın titreşim frekansına eşit olduğundan rezonans ortaya çıkıyor. Rezonans sayesinde kurbağanın sesi kat kat daha yüksek oluyor. Kurbağanın bu davranışı bilim adamları için bir ilki oluşturuyor. Araştırmacılardan Björn Lardner, “Bildiğimiz kadarıyla bu araştırma, bir hayvanın rezonans elde etmek için sesindeki perdeleri ayarlayabildiğinin ilk kanıtını oluşturuyor. Bu davranış oldukça kompleks” yorumunu yapıyor (3). Bir kurbağanın farklı kovuklar içinde performansını karşılaştıran araştırmacılar şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Sağladığı rezonansı en verimli şekilde kullanmak isteyen kurbağa normalin çok üstünde bir enerji ortaya koyuyor. Araştırmacılar çınlayan bir ses yakalayan kurbağanın kendi orjinal sesinde 10 ila 15 desibellik bir artış yakaladığını hesapladılar. Sesin yayılmasıyla ilgili fizik kanunlarına göre, bir sesin kaynağına olan uzaklık iki misline çıkarıldığı zaman 6 desibellik bir düşüş görülüyor. Bu yüzden rezonans sayesinde elde edilen sesin önemli miktarda olduğunu belirtiyor Lardner. Bilim adamları kurbağanın farklı kovuklarda sesini nasıl değiştirdiğini anlamak için kovukları taklit eden plastik borular kullandılar. Su doldurdukları bu borulara, onları istedikleri zaman boşaltabilecek bir drenaj sistemi ilave ettiler. Bu boruların içine yerleştirdikleri bir kurbağanın sesini kaydedip değişiklikleri izlediler. Bir borudaki suyu 28 dakika boyunca kontrollü olarak boşalttılar. Borudaki kurbağanın, hacimle birlikte değişen rezonans frekansını yakalayabilmek için kendi sesinde 250 hertze varan ayarlamalar yaptığını ortaya çıkardılar. Kendileri birer bilim adamı olan araştırmacılar bu kurbağanın fizik kurallarını etkili şekilde kullandığını belirtiyorlar. Kurbağanın doğru frekansı tutturabilmesi için dalga boyundaki en ufak değişiklikleri algılayacak bir işitme sistemi olması gerekiyor. Böyle hassas bir işitme sistemi, geniş bir frekans yelpazesinde ses çıkarabilen ayrı bir sistemle birleşiyor. Tüm bunlar özel bir sinir sistemi sayesinde mümkün oluyor. Peki ama bu minik canlı sesini uzaklara duyurmak için, böyle bir davranışı kendi akıl etmiş olabilir mi? Sonra buna uygun sinir sistemini, organları kendi bedeninde yaratmış olabilir mi? Elbette hayır. Kurbağa’daki bu akıllı davranış kendisine Allah’ın ilham ettiği bir davranıştır. Allah yeryüzündeki tüm canlıların Yaratıcısıdır. Bir Kuran ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir” (Haşr Suresi, 24)

2 Kasım 2009 Pazartesi

Ağaçlardaki Mühendislik Harikası

Ağaçlar ihtiyaçları olan suyu kökleri aracılığı ile topraktan alırlar. Metrelerce uzunluktaki ağaçların en uç dallarındaki yapraklara kadar suyun nasıl ulaştığını, o yüksekliğe hiçbir pompa veya hidrofor sistemi olmadan nasıl çıktığını hiç düşünmüş müydünüz?

Suyun En Uçtaki Yaprağa Taşınması

Ağaçlar ihtiyaçları olan suyu topraktan alarak en uçtaki yapraklarına kadar dışardan hiçbir müdahale olmadan büyük bir başarı ile taşırlar. Bu mükemmel işlemin gerçekleşmesi için ağaçta çok detaylı bir sistem bulunmaktadır. Ağacın köklerinden gövdesine ve dallarına doğru uzanan ve "odunsu doku" olarak adlandırılan ince borulardan oluşan bir sistem, suyu taşır. Ancak suyun, ağaç içine yerleştirilen bu su borularından bir şekilde yukarıya doğru çekilmesi gerekmektedir. Bu işlem ise, fizik kurallarının kusursuz uyumu sayesinde gerçekleşir.

Her yaprakta karbondioksitin girip suyun buharlaştığı küçük gözenekler bulunur. Su molekülleri yapıları gereği birbirlerine yapışmaya eğilimlidirler ve su yapraktan buharlaşırken, yapraktaki su altta kalan suyu "çeker". Bu şekilde topraktan ağacın dallarına kadar uzanan bir "yukarıya doğru çekme hareketi" oluşur. Su yaprağa ve sonra havaya doğru hareket ettikçe, odunsu dokuda bir gerilim meydana gelerek köklerden daha fazla su çekilir.

Suyun Taşınmasındaki Mucizevi Sistemler

Tek bir gözenek, ağacın içinde bulunan suya sadece çok az bir çekme kuvveti uygulayabilir. Ancak ağacın tüm yapraklarının üzerinde bulunan çok sayıda gözenek bir araya geldiğinde, büyük bir ağaçta bir gün içinde 400 litreden fazla su çekebilecek bir güç oluştururlar. Bu tasarımın en muhteşem özelliklerinden biri ise, ağacın bu hidrolik taşıma sisteminin çalışması için bir çaba harcamamasıdır. Daha kuru olan hava, suyu ağaçtan daha güçlü bir biçimde dışarı çeker. Buharlaşma suyu yukarıya doğru çekerken, su moleküllerinin birbirlerini çekmeleri nedeniyle biraz direnç meydana gelir ve su lastik bir bant gibi esner. Bu işlemin sonucunda su kolonunda bir boşluk oluşur ve bir hava kabarcığı şeklini alır. Hava kabarcığının oluşturduğu boşluk giderilmeden, ağaç köklerinden yukarıya su çekilemez.

Buna karşın, ağaçlar su kolonlarının bu tür hareket etmesini önleyecek bir uyuma sahiptirler. Suyun gözenekleri terk ederken oluşturduğu gerilim belirli bir seviyeyi aşarsa, bazı yaprakların üzerinde bulunan delikler hemen kapanırlar ve buharlaşmanın çekim etkisini azaltırlar. Böylece hava kabarcığı oluşması engellenir ve dolayısıyla ağacın dallarının ve yapraklarının susuz kalması ve ağacın ölmesinin önüne geçilmiş olur.

Bu Karmaşık Sistem Tesadüfen Oluşamaz

Her gün defalarca önlerinden geçip gittiğimiz ağaçlarda böylesine mükemmel bir sistem yer almaktadır. Dahası, burada anlatılanlar, ağaçların sahip olduğu kusursuz tasarımın sadece küçük bir parçasıdır. Sadece suyun ağacın her noktasına ulaşması için, ağaçların yapısında fizik kuralları ve mühendislik bilgileri bir arada kullanılmış ve kusursuz bir denge ve tasarım oluşmuştur.

Evrimciler, tüm bu kusursuzluğun tesadüfen geliştiğini iddia ederler. Evrimcilere göre tesadüfler önce su moleküllerinin birbirini çekmesi, buharlaşma, gerilim vs. gibi fizik kurallarını ağaçlarda kullanmışlardır. Sonra bir mühendis gibi düşünmüşler ve ağaçların içine su borularını döşeyerek, böyle mühendislik harikası bir sistem meydana getirmişlerdir.

Elbette ki bu açıklama tamamen bir kandırmacadan ibarettir. Yeryüzünde var olan binlerce tür bitkideki karmaşık sistemlerin yaratıcısı göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan herşeyin Rabbi olan Yüce Allah'tır. Ağaçlardaki bu mükemmel sistem, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'ın varlığının ve büyüklüğünün sonsuz sayıdaki delillerinden yalnızca biridir. (Harun Yahya, Tohum Mucizesi)

Yapraklar Sonbaharda Neden Dökülür?

Sonbahar yaklaşıp günler kısalmaya başladığında, yaprak hücreleri sonbaharın gelmek üzere olduğunu anlar. Bunun üzerine ilk olarak yaprağın büyüme hormonu, üreme oranını düşürmeye başlar. Bu işlemin ardından, yaprak sapının dala bağlandığı noktada yeni hücreler ürer. Bu hücreler, sanki biri kendilerine ne yapmaları gerektiğini bildirmiş gibi bu bağlantı noktasının üzerinde mantardan bir yatak oluştururlar. Bu noktaya "Apsis noktası" denir. Bu mantardan yatak, yaprağın dala olan bağlantısını oldukça zayıflatır.

Tam bu sırada, yaprak hücreleri bu sefer "etilen" olarak bilinen yeni bir hormon üretmeye başlarlar. Bu gaz biçimindeki hormon yaprağın dala bağlantısının zayıflatılması işlemini daha da hızlandırır. Bağlantının zayıflamasıyla yaprak en ufak bir esintide dahi daldan düşecek duruma gelir.

Hücrelerin görevi, yaprağın düşmesi ile tamamlanmaz. Bu defa hücreler, apsis noktasında, yaprağın kopmasından meydana gelen yaranın üzerini hemen bir mantar tabakası ile kaplar ve böylece yarayı tedavi ederler.

Her sonbahar yerde gördüğünüz yapraklar, burada kısaca anlatılan biyokimyasal olaylardan geçerek dökülürler.

Belki bugüne kadar varlığını hiç düşünmediğimiz bu ağaç hücreleri, ardı ardına gerçekleştirdikleri işlemlerle adeta akıl ve bilinç gösterisi yapmaktadırlar. Bir düşünelim:



  • Ağaç hücreleri, sonbaharın gelmek üzere olduğunu nasıl anlayabilmektedir?


  • Sonbaharın yaklaştığını anladığında hangi irade, akıl ve bilinçle yaprakları üzerinden atmak için hazırlık yapmaya başlamaktadır?


  • Bu hücreler, büyüme hormonu, mantar, etilen gibi kompleks kimyasal maddeleri üretmeyi, bunların formüllerini, etkilerini, faydalarını nereden bilmektedirler?


  • Aynı hücreler, ağacın yarası olduğunu nasıl fark edip, bu yaranın mantarla tedavi olacağını nasıl bilmektedirler?


  • Bunların dışında bu hücreler, aynı hormonları neden yazın veya ilkbaharda değil de, sadece sonbaharda üretmektedirler? Onlara bu emri veren, bu yolu gösteren kimdir?


Bilinç, akıl ve bilgi sahibi olmayan atomların birleşip, bu kadar kapsamlı ve organize bir olayı, yüz milyonlarca yıldır, dünyanın her köşesinde, trilyonlarca ağaçta, hiçbir zaman aksatmadan ve şaşırmadan sürdürmeleri kesinlikle imkansızdır.

Tüm ağaç hücrelerine yaptıkları işleri ilham eden, onlara emriyle istediklerini yaptırtan elbette ki sonsuz kudret, akıl ve bilgi sahibi olan Rabbimiz Allah'tır.

1 Kasım 2009 Pazar

Vücudunuzda, 20 Dakikada Bir Milyon Sayfa Bilgiyi Kopyalayan Makine

ABD'nin ünlü bilim dergilerinden New Scientist'te yayınlanan bir makalede, bir bilim adamının bir müzeyi ziyareti sırasında, 515 milyon yıldır bir kehribar içinde korunarak günümüze kadar gelmiş bir sinek fosilini inceleme fırsatı bulduğundan bahsedilmektedir. Bu bilim adamı, sineğin gözlerindeki bal peteğine benzer yapıları ve bu yapılar sayesinde, özellikle eğik gelen açılardaki ışığı çok daha iyi algıladıklarını fark etmiştir. Nitekim daha sonraları yapılan araştırmalarda bu hipotez doğrulanmıştır. Bilim adamları bugün bu bulgular sayesinde, uydularda enerji sağlamak için kullanılan güneş panellerinden çok daha fazla verim elde etme imkanı sağlamışlardır. Çünkü güneş panellerinde en çok verim, paneller ısı ve ışık dalgalarını hiç yansıtmadığında alınabilmektedir. Sineğin korneasını inceleyen bilim adamları yeni bir anti-reflektör maddenin varlığını da keşfetmişlerdir. Işığın yansımasını engelleyen bu madde, güneş panelleri için çok uygun yapıya sahiptir ve üstelik bu panelleri sürekli olarak güneşe doğru çevirmeye yarayan pahalı ekipmanların da gerekliliğini ortadan kaldırmıştır. Uzay teknolojisi bu tasarımı daha yeni keşfedip kopyalarken, sinek bu özelliğe milyonlarca yıldır sahiptir. Çok keskin, renkli görmeyi sağlayan bu benzersiz yapı, sineğin ne derece üstün bir yaratılış örneği olduğunu gösterir. Fakat bu örnekler sadece, aklını kullanabilen ve yaratılan her varlığın Allah'ın kontrolünde olduğunu anlayabilen yani iman eden insanlar için anlaşılırdır.