4 Nisan 2010 Pazar

OKYANUSUN DERİNLİKLERİNDE NELER OLUYOR?


Bilim adamlarının okyanusların binlerce metre derinliğinde yaşayan bir yengeç türü üzerinde yaptıkları araştırma, çok özel bir sistemin varlığını gün ışığına çıkardı.

Bizler yeryüzünü milyonlarca canlı türüyle birlikte paylaşıyoruz. Bunlardan çoğu bizlerden çok ama çok uzaklarda yaşıyorlar.

Bu canlıları araştıran bilim adamları bizlere onlar hakkında müthiş bilgiler aktarıyorlar. Böylece ulaşma imkanımız olmayan yerlere bile gitmiş ve oralardaki canlıları kendimiz görmüş gibi oluyoruz.

Sadece özel denizaltılarla ulaşılabilen derinliklerde yaşayan canlıları araştıran bilim adamları, deniz seviyesinden tam 2500 metre aşağıda yaşayan bir yengeç türünün mükemmel göz tasarımını gün ışığına çıkardılar. Bilimsel adı Bythograea thermydron olan baca yengeçlerinin gözleri, hayatları boyunca değişken bir özellik gösteriyorlar.

Bir baca yengeci hayatına başladığı larva dönemindeyken okyanusun orta derinliklerinde yaşam sürer. Yaklaşık 1000 metre derinliğindeki bu alanları büyüdükçe terk eder ve daha derinlere doğru gitmeye başlar. Yengeç, erişkin döneme ulaştığında ortalama 1500 metre alçalmış olarak yaklaşık 2500 metre derinlikteki okyanus tabanına yerleşir.

Bu kadar derin sularda ortaya çıkan yüksek basınçlara, ancak bedenindeki özel tasarım sayesinde dayanabilen yengeç, deniz seviyesinden tam 250 kat daha fazla basınçta rahatlıkla yaşayabilir.

Pennsylvania'nın Lancaster kentindeki Franklin & Marshall Üniversitesi nörologlarından Robert Jinks ve ekibi, Pasifik Okyanusu'nun 2500 metre derinliğinde yeni yumurtlamış bir yengecin yumurtalarını karanlık bir laboratuvar ortamında büyüttüler. Bu süre boyunca gelişen larvaların gözlerinin gelişimini izlediler. Larva döneminde bileşik göz yapısına sahip olan yengeçlerin, erişkin hale geldikçe bambaşka bir göz yapısına, yalın retinal göz yapısına kavuştuklarını gördüler.

Yapılan araştırmaya göre, okyanusun orta derinliklerinde planktonla birlikte yüzen larvalar, bu derinliklere az da olsa ulaşabilen ışığı algılamalarını sağlayan ve sineklerdekine benzeyen bileşik göz yapısına sahipler. Bu gözler odaklama yapabiliyor ve yengeçler etraflarındaki diğer canlıları rahatlıkla algılayabiliyorlar. Larva döneminden çıktıkça ağırlaşan yengeçler derinlere batmaya başlıyor. Yengeçlerin gözleri, bu defa değişen ortamla birlikte, ışık saçan canlıların yaydığı mavi-yeşil ışığa duyarlı hale geliyor. Yengeç erişkin hale geldiğinde ise çok daha şaşırtıcı bir dönüşüm yaşanıyor. Gözler tamamen model değiştiriyor ve gözleri iri, yalın bir retina haline dönüşüyor. Bu retinada lens bulunmuyor ve dolayısıyla görüntü oluşturmuyor. Işığa çok daha duyarlı olan bu gözler, zifiri karanlıkta sadece hidrotermal bacaların yaydığı zayıf ışıkları kolaylıkla algılayabiliyor. Böylece etrafa 350 derecelik bir ısı yayan ve yaklaşan herşeyi pişiren hidrotermal bacaları da uzaklardan algılayabiliyorlar.

Burada gerçekleşen dönüşüm tam anlamıyla bir mucize oluşturuyor. Çünkü gerek bileşik göz, gerekse yalın retina yapısındaki göz, birbirlerinden tamamen farklı tasarımlara sahipler. Bu kadar farklı iki tasarımın kusursuz olarak birbirini izlemesi, göz hücreleri tarafından yürütülen birçok hassas adıma dayalı, eksiksiz bir planın varlığını gerektiriyor. Dahası, bu karmaşık plana ait tüm bilgiler yengecin DNA'sında kendisi döllenmiş bir yumurta halindeyken dahi eksiksiz olarak bulunuyor. Bu bilgilerde gözün hangi tarafında hangi tür yapı moleküllerinin üretilip yerleştirileceği bellidir. Göz dönüşümüyle ilgili bilgiler, bu bilgi bankasından kusursuz bir zamanlama ve titizlikle ayrıştırılarak dönüşüm planı başarıyla uygulanır.

Peki ama yengeçteki bu üstün tasarım nasıl ortaya çıkmıştır? Yengecin hiçbir düşünme yeteneği olmayan hücreleri ortak bir emre uyarlar. Elbette her kompleks tasarımın tasarımcısı olduğu gibi yengecin de bir tasarımcısı vardır. Yüce Allah yengeci, sahip olduğu kusursuz organ ve sistemlerle birlikte yoktan var edendir. Basınca dayanıklı yapısı, foton dedektörü gözleri, özel kıskaçları ve okyanus tabanında kolaylıkla ilerlemesini sağlayan ayaklarıyla yengeç, Allah'ın yaratılış delillerinden sadece bir tanesidir. Allah'ın yarattığı canlılarda bizim için ibretler vardır.

Hidrotermal Bacalar

Yengecin yaşadığı hidrotermal bacaların keşfi 1970'li yılların sonlarına uzanır. O dönemde keşfi bilim dünyasında büyük yankı uyandırmış olan bacalar, okyanus tabanlarındaki uzun yarıklar boyunca uzanırlar. Bu yarıklarda bulunan ve erimiş halde bulunan kayalar suyu ısıtır ve içlerindeki mineralleri ısınan suyla birlikte fışkırtırlar. Fışkıran mineraller çökelir ve zamanla birikerek bacaları oluştururlar. Bacalar civarında sıcaklık tam 400 dereceyi bulmaktadır. Normalde 100 derecede kaynayan su, derinliğin sebep olduğu basınç yüzünden bu kadar yüksek sıcaklıkta bile kaynamaz. Bu derinliklerde yengeçler, bakteriler, boyları 3 metreyi bulan dev solucanlar ve önceden hiç rastlanmayan derin su balıkları yaşamaktadır. Buradaki hayat türüyle ilgili bilinmesi gereken önemli bir özellik vardır. Burada hayat fotosenteze değil kemosenteze dayalıdır. Fotosentez güneş ışığına dayanan bir reaksiyondur. Oysa bu kadar derinlere güneş ışığının erişmesi imkansızdır. Beslenme zincirinin en altında bakteriler bulunur. Bunlar bacalardan sıcak suyla fışkıran sülfür elementiyle beslenirler. Kemosentez, bakterilere enerji sağlayan ve kimyasallara dayanan reaksiyonun adıdır. Diğer canlılar da bu bakterileri yiyerek enerji elde ederler.